06 Ağustos 2020

Sivil Toplum Kuruluşları ve Şehir

İnsanın, var edildiği günden bu yana daha iyiyi ve güzeli bulmak adına çıkmış olduğu yolculuğunda şehirler; değer üretiminin temerküz ettiği alanları oluşturmuştur. Coğrafyalardan kültürlere değerler değişse bile taşıyıcı unsur hep aynı kalmış, âlimlerden zâhitlere, tâcirlerden zanaatkârlara kadar bilgiyi, üretimi ve sanatı taşıyanlar hep şehirlerde sükûn bulmuşlardır.


Böylelikle şehir; insanla yoğrulan ve insanı yoğuran bir hâl almıştır. Shakespeare’in bir oyununda yer alan “Şehir dediğin nedir ki insandan başka”[1] sözü bu ilişkinin en veciz ifadelerinden birisini oluşturur. Şehrin en değerli unsuru insandır elbette ama sadece insan değildir, şehrin sakinleri arasında yer alan. Kedilerden kuşlara, ağaçlardan diğer tüm canlılara kadar şehir, birçok varlığın hayat bulduğu ve içerisinde yer aldığı mekânla etkileşim oluşturduğu bir medeniyet aynasıdır. Bu bütüncül yapısı nedeni ile şehir, içerisindeki unsurların tümünü kuşatan ve birlikte yaşamanın sırlarını ihtiva eden bir değerler sistemini de beraberinde getirir. Doğudan batıya, güneyden kuzeye kâinatın her yerinde şehirler ait oldukları anlam dünyasına bağlı olarak toplumsal yaşam pratiklerinin üretilmesinde çeşitli normlara sahip bulunur. Bu normların bir kısmı müeyyide içeren hukukî düzenlemeleri meydana getirirken, bir kısmını ise değer yargılarına bağlı olarak ahlâkın alanı içerisinde yer alan ve müeyyidesi bulunmayan kurallar oluşturur.


Arapçadan dilimize geçen, “birlikte yaşama ve birbirleri ile toplumsal ilişkiler içinde bulunma” anlamını içeren “muâşeret” kavramı, medeniyetimizde bir diğer önemli kavram olan “edeb” ile birlikte kullanılarak, özellikle şehir hayatındaki bir arada yaşama kültürünü ifade eden “âdâb-ı muâşeret”e dönüşmüştür. Selam vermekten konuşma üslubuna, yürüyüşten yemek yeme pratiklerine kadar hayatın hemen her alanını ihtiva ederek zaman içerisinde gelişen bu kurallar manzumesi, şehrin tüm unsurlarına yönelik normları barındırmaktadır.


Sivil toplum da tarihsel derinliğinin yanı sıra içerdiği anlamları bakımından çok zengin bir diğer kavramı ifade etmektedir. Düşünce tarihinin tüm safhalarında konu edilen ve Aristo’dan Marks’a, İbn-i Haldun’dan Farabi’ye kadar birçok düşünürün farklı özelliklerine atıf yaparak ele aldığı sivil toplum kavramını bu özellikleri nedeni ile tanımlamak güç olsa da;  karşıladığı anlamı ana hatları ile ortaya koymak mümkündür.

Sivil toplumu ana hatlarıyla; yerelden yola çıkarak evrensele vurgu yapan, özerk bir biçimde örgütlenen  "şehirli toplum” olarak tanımlamak mümkündür[2]. Yerelin içerisinde var olan şehirli toplum; onun soyut ve aşkın bir anlam kazanmasına da zemin hazırlar. Sözle üretilemeyen tacit bilginin kodlandığı ve yeniden üretilerek aktarıldığı yerel; bu anlamıyla topluluğa ait bir ruhu barındırır.[3] Bu nedenle yerelliğin; topluluğun somut ve soyut bilgi üretimini içeren bir “sivil ruha” sahip olduğunu söylemek mümkündür.


Sivil toplum insanlık serüveninin bir aracı olmaktan ziyade bir sonucunu oluşturmaktadır. Tarih boyunca farklı coğrafyalarda farklı kurumları teşkil etmekle birlikte sivil toplumun özünde ait olunan medeniyet değerleri doğrultusunda şekillenen ve onu yine kendi esasları çerçevesinde etkileyen bir “cemiyet” bulunur. İlişkilerin tarihi süreç içerisinde ve toplumun tümünü kapsayan bir düzlemde belirlendiği bu cemiyetin merkezinde; eşrefi mahlukat olarak kabul edilen ve tekamüliyet yolunda ilerlemesi için tüm imkanların seferber edildiği “insan” yer alır. Dolayısıyla ferdin içerisinde yer aldığı inanç sistemi ne olursa olsun, kendisini ortaya koyabileceği ve değer üretebileceği bir ortamın bulunması sivil toplumun gelişmesi için en önemli koşuldur. Bunun da neşv-ü nema bulduğu en uygun mekanları insan-ı kamil olma yolundaki çabaların neşet ettiği şehirler oluşturmaktadır.


Sivil toplumun özünü oluşturan şehirli toplum; sivil ruhun yansıdığı kurumların teşekkülünü de beraberinde getirmektedir. Birbirinden değerli amaçları olan vakıfların, katılım kültürünü teşvik eden derneklerin, adabı muaşereti merkezine alan hareketlerin ve birçok alanda faaliyet organize eden sivil toplum kuruluşlarının etkinliği şehirli olma bilincinin yükselmesi ile birlikte artmaktadır. Kuşatıcı ve kapsayıcı bir şehirli toplumun ihyası için çok önemli sorumlulukları bulunan sivil toplum kuruluşlarının bu gayeye uygun bir şekilde çaba sarf etmesi önem kazanmaktadır. İçerisinde bulunduğu çevresini, birlikte yaşadığı canlıları ve ait olduğu cemiyeti gözeten, onların meselelerine yönelik çözümlere odaklanan, katılımcı, şeffaf, etkileşimi hedefleyen ve faaliyet gösterdiği alana ilişkin “vakfetme kültürünü” benimsemiş sivil toplum kuruluşlarının şehre ve şehirliye odaklanması geleceğin şehirlerinin daha yaşanabilir ve değer merkezli olarak inşa edilmesine katkı sunacaktır. Şehirli olmanın erdemlerini hep birlikte paylaşabilmek ve çoğaltabilmek ümidiyle…



[1] The Tragedy of Coriolanus, Act 3, Scene 1.

[2] İsmail Akbal, “Sivil Toplum”, Çizgi Kitabevi, 1.Basım, 2017,Konya.

[3]İlhan Tekeli, ”Yerellik Kavramı”, 1.Oturum”,Sivil Toplum Kuruluşları, Yerelleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu Bildirgesi Kitabı,1.Basım, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, 2002,İstanbul.