Türkiye’de Devlet ve İslami Sivil Toplumun Değişen İlişkileri
Son zamanlarda Türkiye’de İslami Sivil Toplum Kuruluşları faaliyetleri, ürünleri ve ilişkileri ile gittikçe daha fazla ilgi çekmeye başladı. Çok değil yirmi yıl önce kamusal alanda görünmeyen bu kuruluşların yaşadıkları değişim her boyutuyla incelenmeyi hak ediyor. İLKE İlim Kültür Eğitim Derneği bünyesinde yer alan Kurumsal Yönetim Akademisi (KYA) için yürüttüğüm “Türkiye'de İslami STK'ların Kurumsal Yapı ve Faaliyetlerinin Değişimi” başlıklı araştırmada, İslami STK’ların kurumsal yapı ve faaliyetlerindeki değişimi örgütsel değişim perspektifinden inceledik. Araştırma kapsamında önde gelen İslami STK’ları inceleyerek önemli isimlerle görüşmeler gerçekleştirdik. Görünen o ki, İslami STK’lar ciddi ve hızlı bir değişim sürecindedir. Bu değişimin en ilginç boyutunu ise devletle girilen ilişkinin radikal dönüşümü oluşturmaktadır.
Türkiye’de hızlı değişimlerin yaşandığı son yirmi yılda ülkeyi sarsan büyük siyasi, iktisadi ve sosyal krizlerin olmadığı bir dönem neredeyse yoktur. Küresel düzeyde de önemli değişimlerin yaşandığı bu süreç, Müslüman dünyanın uluslararası müdahalelerin odağına yerleştiği bir dönemdir. Dolayısıyla bu dönemde siyasi, iktisadi ve sosyal yapıdaki değişimler, çevre koşullarının farklılaşmasına dayalı olarak İslami STK’lar da hem ciddi değişimler geçirmiş hem de gittikçe daha fazla görünür ve tartışılır olmaya başlamışlardır.
İslamcılık ve İslami kuruluşlar öteden beri önemli bir tartışma konusu olagelmiştir. Ancak bu tartışmalarda genellikle onların düşünce/zihniyet boyutu irdelenmiştir. Yapılan araştırmalarda çoğunlukla yaşanan zihni değişimlerin yapı ve faaliyetlerde ne tür bir farklılaşma oluşturduğu gözden kaçmaktadır. Esasında eğer bir zihniyet değişimi varsa bunu görebileceğimiz ya da test edebileceğimiz kurumsal yapı ve faaliyetlerdeki değişimlerin incelenmemiş olması, İslami yapıları anlamak bakımından ciddi sorunlar teşkil etmektedir. Bu sorunlardan en önemlisi analizi realiteden koparan aşırı genelleme ve indirgemedir.
Türkiye’de uzunca bir zamandır sivil toplum üzerine tartışmalar devam ediyor. Sivil toplumun bütün teorik ve sosyolojik anlamlarını kapsayacak şekilde devam eden bu tartışmaların bir boyutunu da devlet ile toplum arasındaki münasebetlerin yeniden biçimlenmesi oluşturmaktadır. Son yirmi yılda İslami STK’lardaki yeniden biçimlenme bir taraftan toplumsal yapıdaki değişimlere tekabül ederken diğer taraftan da devletin bürokratik yeniden yapılanması ve hukuki düzenin değişmesiyle de ilişkilidir. Bu çerçevede İslami STK’ların yaşadığı değişimin en önemli boyutu, devlet ile girilen ilişkinin sınırlarının değişimidir. Belki de diğer bütün değişimleri aşacak bir biçimde İslami sivil aktörler geleneksel devlet karşıtı söylemlerinden ve yapılarından arınarak, devletle ilişki ve iş birliği içindeki kuruluşlara dönüşmektedirler. İslami sivil kuruluşların; yapılarının, mali kaynaklarının, toplumsal ilişkilerinin ve faaliyetlerinin bu süreçte yaşadığı değişimin devletle ve toplumla ilişkilerinin yeniden şekillenmesinde daha belirleyici olduğunu söyleyebiliriz.
Devletin Müdahaleleri İslami Sivil Toplumun Yapısını Etkiledi
Son yirmi yılın perdelerini açan 28 Şubat müdahalesi devlet ile İslami STK’lar arasındaki uzun ve güvensiz ilişkilerin tarihine yeni bir halka olarak eklenmiştir. İslami STK’ların çok büyük baskılara maruz kaldığı, pek çok faaliyetini durdurmak zorunda bırakıldığı, kamusal alandan çekilmeye zorlandığı bu dönemeç aynı zamanda büyük değişimlerin de başlangıcı olmuştur. Devlet ile ilişkiler bakımından yirmi yıl sonra gelinen nokta birbirini takip eden ve tetikleyen değişimlerin bir neticesidir. Bugün İslami STK’lar artık devlet ile çok yakın ilişkiler içerisinde bulunmakta; devlet desteklerinden faydalanmakta, pek çok çalışmalarını kamu kuruluşları ile iş birliği içerisinde gerçekleştirmektedirler. Bu dönüşümü anlamak için son yirmi yılda Türkiye siyasetinde meydana gelen keskin dönüşümlerin farkında olmak gerekmektedir.
28 Şubat’ın siyasal krizi sonrasında 1999 yılındaki deprem ve 2001’deki ekonomik kriz ile birlikte bu dönemin ilk beş yılı belki son 60 yılın en büyük kriz dönemlerinden birisine şahitlik etmiştir. Bütün bu dönem aynı zamanda Türkiye’de İslami STK’ların büyük baskı altında yaşadığı bir zamana tekabül etmektedir. Önemli bir genişleme ve büyüme döneminin ardından gelen bu kriz aynı zamanda bir özeleştiri ile birlikte büyük bir içe kapanmayı getirmiştir. 2002’de AK Parti’nin iktidara gelişi ve AB süreciyle birlikte STK’lara karşı geliştirdiği özgürlükçü yaklaşım, sivil alana bir nefes aldırmıştır.
Siyasete Müdahaleler İslami STK’ları Siyasallaştırdı
Bu süreç içerisinde yaşanan çeşitli hadiseler bu kuruluşların siyaset ile mesafesinin daha da kısalmasına yol açmıştır. Özellikle 2007’de yaşanan cumhurbaşkanlığı krizi ve AK Parti kapatma davası ile 28 Şubat’a dönme korkusu, İslami STK’ların gündelik siyasete daha fazla ilgi göstermesine yol açmıştır. Zira bu dönemde Cumhuriyet mitingleri ile yükseltilen siyasi kutuplaşma, Kemalist elitlerin seküler “sivil toplumu” mobilizasyonuna dayandığı için karşı bir mobilizasyon üretmiştir. Böylece siyasi kutuplaşmanın sivil toplum kuruluşlarına yansıması söz konusu olmuştur. Bu kutuplaşma İslami STK’ların gittikçe daha fazla siyasileşmesine ve sivil alanın siyasi alanın bir uzantısına dönüşmesine de yol açmıştır.
2010’lu yıllarda ise benzer süreç bu sefer farklı bir şekilde yaşanmıştır. Bu dönemde FETÖ tarafından Kemalist elitlerinkine benzer araçlarla siyasete müdahale edilme girişimlerinde İslami STK’ların önemli bir kısmı yeniden açık bir biçimde siyasi iradenin yanında yer almıştır. Bu dönemde Milli İrade Platformu gibi çeşitli yapılar altında organize olan bu kuruluşların tavrı onları siyasete yaklaştırdığı gibi siyaseti de onlara yaklaştırmıştır. FETÖ tarafından kalkışılan 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi akabinde yaşanan kaynaşma, zihinlerde devlete dair geçmişten beri devam eden çekincelerin ve mesafenin son kırıntılarını da ortadan kaldırmıştır.
Araştırma kapsamında görüştüğümüz yöneticilerin neredeyse tamamı bu süreçte kendi kuruluşlarının 2007’den 2017’ye kadar gittikçe artan bir biçimde aktif olarak siyasete dışarıdan gelen müdahaleler karşısında yer aldığından bahsetmiştir. Bu kuruluşların önemli bir kısmı bunu aynı zamanda İslami sivil alanı korumak olarak da görmektedirler. Özellikle 28 Şubat’ın canlı hafızası yaşanan müdahaleler karşısında konumlanmayı kolaylaştıran ana etken olarak karşımıza çıkmaktadır.
Öte yandan devlete yakın bir biçimde konumlanma, aynı zamanda bazı kamusal imkânların daha kolay bir biçimde kullanılması ile neticelenmiştir. Zira çeşitli devlet kurumları 2010 sonrasında artan bir biçimde sivil toplum kuruluşlarına destekler ve fonlar vermeye başlamıştır. İslami STK’ların da önemli bir kısmının bu imkânların tahsis mekanizmasına eleştiriler yöneltseler de kullanılmasında ilkesel olarak bir sakınca bulmadıkları görülmektedir. Ancak bir taraftan da bu imkânların kullanımının getirdiği çeşitli değişimler İslami sivil toplumun yapısını zorlamaktadır.
Devlet tarafından oluşturulan imkânların STK’lar tarafından kullanılması aslında kendisinde sorunlu bir şey değildir. Sivil toplumun ileri düzeyde geliştiği pek çok batılı ülkede de STK’lar devlet imkânlarından ve desteklerinden ciddi bir biçimde faydalanmaktadırlar. Ancak tahsis mekanizmalarının şeffaf olmaması ve burada belirleyici olanın kişisel ilişkiler olması, STK’ların işleyişi açısından sorun teşkil etmektedir. Bu sebeple günümüzde kamu fonlarının kullanımının STK’ların bağımsızlığını zedeleyeceği endişesi yaygın bir biçimde paylaşılmaktadır. Zira olası bir hükûmet değişiminin bu kaynaklara erişme hususunda oluşturacağı sorunlara dair kaygılar, İslami STK’ların seçim dönemlerinde gittikçe siyasi bir mobilizasyon unsuruna dönüşmesi riskini de beraberinde getirmektedir. Bu siyasileşmenin aynı zamanda sivil toplumun yapısını bozduğu fikri yaygınlaşmaktadır. Dolayısıyla devlet ile STK’lar arasındaki ilişki ve işbirliğinin (özellikle fon ve proje ortaklıkları) kolaylaştırıcı ve şeffaf bir çerçeveye kavuşturulması gerekmektedir. Bunun yanı sıra siyasete müdahale azaldıkça STK’ların siyasallaşmasının da azalacağı öngörülmektedir.
Nihai olarak bütün bu değişimler, İslami sivil kuruluşların içinde yer aldıkları iktisadi, siyasi ve toplumsal ağlarda ciddi dönüşümler yaşanmasına neden olmuştur. Cumhuriyet’in modernleştirici elitist uygulamaları karşısında toplum içinden ortaya çıkan ve temel misyonunu toplumun İslami bilinçlendirilmesi olarak belirleyen İslami sivil kuruluşların günümüzde bir sosyal refah müessesesi olarak işlev gördüğünü ve temelde devlete yardımcı bir konuma doğru evrildiğini görmekteyiz. İslami sivil kuruluşların önemli bir grubu artık devleti kendisinin rakibi olarak değil destekçisi olarak görmektedir. Bu fikrin kalıcı olup olmadığını ise önümüzdeki dönemde devletin ve siyasetin işleyişi gösterecektir.
Bu yazı 18 Mart 2018 tarihli Star Açık Görüş'te yayımlanmıştır.